Yalan haber üzerine yapılan yeni bir araştırma, hafızanın çalışma şeklinin yalan haber ve dezenformasyona yatkınlıkta önemli rol oynadığını ortaya koydu. Özellikle 2016 yılından sonra popülerlik kazanan 'yalan haber' (Fake News) araştırmaları, yalan haberlerin yayılması ve kabülü üzerinde etkili bilişsel faktörlere de yer veriyor.
bilişsel nöroloji alanında çalışan Julian Matthew, yalan haberlerin aklımıza nasıl girdiğini anlamak için hafızanın nasıl çalıştığını ve anılarımızın nasıl 'bozulduğunu' incelemek gerektiğini düşünüyor.
Julian Matthew, The Conversation İnternet sitesinde yayımlanan makalesinde, insan beyninin 'sahte anılar' üreterek yalan haberlere olan yatkınlığı artırdığını ortaya koydu ve yalan haberle mücadele etmek için bazı önerilerde bulundu.
Bilgiyi hatırlıyor, kaynağını unutuyoruz
Matthew'e göre bazı bilgileri hafızamızda tutuyoruz ancak bilginin kaynağını her zaman hatırlayamıyoruz. Araştırmacı, ürün reklamlarının etkisinin ardında bu 'yanlış atıf' durumunun olduğunu öne sürüyor. Buna örnek olarak, reklamda gördüğümüz bir ürünle karşılaştığımızda ürünün bize tanıdık geldiğini, ancak bu tanışıklık hissinin kaynağının reklam olduğunu hatırlamadığımızı söylüyor.
Matthew ayrıca, 'Mandela etkisi' adı verilen fenomene de atıfta bulunarak yalan habere ne kadar sık maruz kalırsak gerçek olduğuna inanmamızın o kadar kolaylaştığını ifade ediyor. Tekrarın grup içinde fikir birliği algısı yaratarak 'kolektif yanlış hatırlama'ya neden olduğunu ekliyor.
Mandela etkisi, yani kolektif yanlış hatırlama, gerçek olmayan bir bilginin gerçekmiş gibi bir grup insan tarafından hatırlanması durumunu anlatmak için kullanılıyor.
Belleğimiz 'arşivci' değil 'hikaye anlatıcı'
Duygular ve dünya görüşü hafızanın nasıl kodlandığını ve hafızadan nasıl geri çağrıldığını etkiliyor. Araştırmacıya göre, hafızanın daha çok bilgileri yorum yapmadan kaydeden bir arşiv görevlisi olduğunu düşünüyoruz ancak daha çok bir hikaye anlatıcıya benziyor.
Anılarımız da inançlarımız tarafından şekilleniyor. Buna örnek olarak 'seçici maruz kalma' teorisini veriyor. Bu teoriye göre insanlar var olan düşünceleri ve inançlarını güçlendiren bilgileri daha kolay kabul ediyor görüşleriyle çelişenleriyse görmezden geliyor.
Ancak, buna bakarak insanların sadece kendi inançlarını destekleyen bilgileri hatırladığını söylemek mümkün değil. Matthew karşıt görüşlerin de inançlarımıza uygun olanlar kadar hatırlandığını söylüyor. Bunun sebebi insanların aynı zamanda kendi inançlarını daha iyi savunabilmek için karşıt görüşleri de hatırlamaya meyilli olması.
Yine de inançların güçlü olması, yanlış bir bilginin düzeltilmesine verilen tepkiyi de etkiliyor. Bir haberin ya da bilginin yanlış olduğunun açıklaması ve kesinleşmesi bile insanların konu hakkındaki inançlarını değiştirmesini her zaman mümkün kılmıyor. Düzeltmeler duygusal anlamda güçlü bir etki yaratmıyor.
bilişsel nöroloji alanında çalışan Julian Matthew, yalan haberlerin aklımıza nasıl girdiğini anlamak için hafızanın nasıl çalıştığını ve anılarımızın nasıl 'bozulduğunu' incelemek gerektiğini düşünüyor.
Julian Matthew, The Conversation İnternet sitesinde yayımlanan makalesinde, insan beyninin 'sahte anılar' üreterek yalan haberlere olan yatkınlığı artırdığını ortaya koydu ve yalan haberle mücadele etmek için bazı önerilerde bulundu.
Bilgiyi hatırlıyor, kaynağını unutuyoruz
Matthew'e göre bazı bilgileri hafızamızda tutuyoruz ancak bilginin kaynağını her zaman hatırlayamıyoruz. Araştırmacı, ürün reklamlarının etkisinin ardında bu 'yanlış atıf' durumunun olduğunu öne sürüyor. Buna örnek olarak, reklamda gördüğümüz bir ürünle karşılaştığımızda ürünün bize tanıdık geldiğini, ancak bu tanışıklık hissinin kaynağının reklam olduğunu hatırlamadığımızı söylüyor.
Matthew ayrıca, 'Mandela etkisi' adı verilen fenomene de atıfta bulunarak yalan habere ne kadar sık maruz kalırsak gerçek olduğuna inanmamızın o kadar kolaylaştığını ifade ediyor. Tekrarın grup içinde fikir birliği algısı yaratarak 'kolektif yanlış hatırlama'ya neden olduğunu ekliyor.
Mandela etkisi, yani kolektif yanlış hatırlama, gerçek olmayan bir bilginin gerçekmiş gibi bir grup insan tarafından hatırlanması durumunu anlatmak için kullanılıyor.
Belleğimiz 'arşivci' değil 'hikaye anlatıcı'
Duygular ve dünya görüşü hafızanın nasıl kodlandığını ve hafızadan nasıl geri çağrıldığını etkiliyor. Araştırmacıya göre, hafızanın daha çok bilgileri yorum yapmadan kaydeden bir arşiv görevlisi olduğunu düşünüyoruz ancak daha çok bir hikaye anlatıcıya benziyor.
Anılarımız da inançlarımız tarafından şekilleniyor. Buna örnek olarak 'seçici maruz kalma' teorisini veriyor. Bu teoriye göre insanlar var olan düşünceleri ve inançlarını güçlendiren bilgileri daha kolay kabul ediyor görüşleriyle çelişenleriyse görmezden geliyor.
Ancak, buna bakarak insanların sadece kendi inançlarını destekleyen bilgileri hatırladığını söylemek mümkün değil. Matthew karşıt görüşlerin de inançlarımıza uygun olanlar kadar hatırlandığını söylüyor. Bunun sebebi insanların aynı zamanda kendi inançlarını daha iyi savunabilmek için karşıt görüşleri de hatırlamaya meyilli olması.
Yine de inançların güçlü olması, yanlış bir bilginin düzeltilmesine verilen tepkiyi de etkiliyor. Bir haberin ya da bilginin yanlış olduğunun açıklaması ve kesinleşmesi bile insanların konu hakkındaki inançlarını değiştirmesini her zaman mümkün kılmıyor. Düzeltmeler duygusal anlamda güçlü bir etki yaratmıyor.